21 Ekim 2010 Perşembe

DAMARLARIM DAN GEZEN KAN DIR KIRMIZI...

Kalpten aldığı güçle dolaşır damarında


Hücreleri besleyen kutsal kandır kırmızı

Doğumun başladığı toprağın baharında

Ana rahminden hibe taze candır kırmızı



Bir katre kor misali, yanar yarin dudağı

Suyuna hasret toprak, yağmurun son odağı

Efkarında oluşan alev topundan dağı

Kadehinde söndüren afacandır kırmızı



Canana vuslat için adansa da adaklar

Aşkı anlatır durur gözdeki pırıldaklar

Arzu ve şehvet ile titrer iken dudaklar

Aşık yüreklerinde helecandır kırmızı



Yapraklar arasından günle parıldar kiraz

Dudaklar ki, rengini kirazdan almış biraz

Hasret çeken kalplere sıcak geçecek bu yaz

Utangaç yanaklarda bir mercandır kırmızı



Akan kan, verilen can, devleti devlet yapan

Vatan istikbaline kurulsa gizli kapan

Özgürce parlayacak asumandaki çolpan

Dalgalanan bayrakta heyecandır kırmızı



Kırmızı kutsal sevgi, kırmızı bir ahenktir

Yüreklerde dolaşan sevdalara mihenktir

Coşari sevgisinin her noktası bu renktir

Gözü yaşlı aşığa babacandır kırmızıGiden sen kalan ben olunca, türkçem zenginleşiyor.Yanlız kaldığımda neler yazıyorum birbilsen. Bazen yazdıklarımı okuyacak cesaretim dahi olmuyor.İnsan yalnız kalınca kulaklarını tırmalayan sesleri duymaya başlıyormuş.Ben bugüne kadar hiç yalnız kalmamışım galiba. Duvardaki saatin bu kadar gürültülü çalıştığını hiç işitmemiştim. Meğer saatin tik tak seslerini duymaya başladımı insan bir daha iflah olmuyormuş. Şu karşımda ki duvarda asılı saat yıllardır çalışır ama ben ilk defa duyuyorum sesini. Meğer yalnızlık saat sesini duymakla başlıyormuş.

Yalnızlık insana akla gelmeyecek işler yaptırıyor. Bazen gözüm duvar diplerinden tek sıra halinde yürüyen karıncalara ilişiyor. Anlamsız anlamsız saatlerce bakıyorum. Bakıyorum ama inan bir şey görmüyorum. Birden gözlerimin ışıkları sönüp bir film başlıyor... Seni gösteren bir pencere açılıyor duvarda ve ben o filme dalıp gidiyorum. Sonra film senin gidişini gösteren sahnede birden bitiyor ve ben kendimi ağlarken buluyorum. Hemen kalemi elime alıp o anki yaşlarımın sebebini yazayım diyorum olmuyor. Türkçem basitleşiyor. Hiçbir kelime aklıma gelmiyor. İşte o anlardaki derdimi anlatamamak çok koyuyor bana... Benim gibi konuşma özürlü birisinin derdini yazma kabiliyeti olmasına rağmen bunu yapamaması ne acı...

Seni seviyorum'a kaç kelime sığar? Hani sana sabahlara kadar yazıp çizsem sonra da tüm kelimeleri süpürüp bu cümlenin içine tıksam yeterli olurmu? Anlatırmı? Yok sevgili yok... Bu seni seviyorumlara bakma sen. Beni yazdıklarımla sınırlama. Ben analatabilecekleri yazarım... Oysa sen? Oysa seni ben analatamam ki... Bazıları anlatırım diyerek kitap dolusu cümleler yazıyor. Ve o bazılarının kitapları bilsen nede çok satıyor. Oysa yok sevdiğim. İnsan sevgisini anlatacak kelime buluyorsa sevmiyordur. Ben sana hiç seni seviyorum demedim.

Yetmeyen bir cümleyi sana neden söyleyeyimki?

Anlatamayacak olduğumu yaşamak istiyorum yar,yazmayı değil... DÜŞMEYECEK



Ben sevdama söz verdim en son nefese kadar

Bana aşk sunan resmi elimden düşmeyecek

Kulağımda çınlayan o kutsal sese kadar

Heyecan veren ismi dilimden düşmeyecek



Hiç yorum yok: